Hepimizin duymaktan bıkmadığı, sosyal medyada sürekli karşılaştığımız “haresiz” kelimesi, günümüzde bir tür kavram kargaşası yaratıyor. Peki, gerçekten harezesiz olmak ne demek? Sadece bir kelime mi, yoksa anlamı daha derinlere mi iniyor? Eğer “haresiz” kelimesinin özgürlüğü, tembelliği ve sorumsuzluğu birleştiren tuhaf bir kavram olduğunu düşünüyorsanız, yalnız değilsiniz. Ancak, bu yazıda konuyu sadece eleştirmekle kalmayacak, aynı zamanda toplumda nereye doğru sürüklendiğimizi de sorgulayacağız.
Dilimize son yıllarda giren “haresiz” kelimesi, temelde bir hareket eksikliğini ya da hareketsizliği simgeliyor. Ama işin içinde sadece fiziksel bir duruş yok. “Haresiz” kavramı, çoğu zaman bir tür pasiflik ya da harekete geçmeme durumu olarak algılanıyor. Hareketsizlik, toplumsal düzeyde ise genellikle bir kişinin sorumluluklarından kaçması, problem çözmek için hiçbir adım atamaması veya başkalarına karşı kayıtsız kalması olarak tanımlanıyor.
Peki ama bu kelime bu kadar sık kullanılmaya başlanınca, herkesin aynı anlamı mı çıkardığı söylenebilir? “Haresiz” olmanın sadece negatif bir kavram olduğunu mu kabul etmeliyiz? Belki de hareketsizliğin ardında başka bir anlam yatıyordur, değil mi?
Kadın ve erkek bakış açıları bu tür sosyal fenomenleri yorumlama biçiminde genellikle farklılıklar gösterir. Erkekler genellikle stratejik, problem çözmeye odaklı bir yaklaşımı benimserken; kadınlar daha empatik ve insan odaklı bir bakış açısı sergiler. Bu bağlamda, “haresiz” kelimesinin farklı kişilerde farklı duygular uyandırması şaşırtıcı değil.
Bir erkeğin “haresiz” olduğu düşünüldüğünde, bu genellikle bir tür tembellik ve sorumluluklardan kaçış olarak görülür. Hareketsiz bir adam, “girişken” değil “kolayca vazgeçen” biri olarak etiketlenir. Bu, aslında toplumun erkeksi kimlik üzerinden kurduğu bir beklentidir. Bir erkeğin toplumda bir şeyleri başarması, “harekete geçmesi” ve her zaman çözüm odaklı olması beklenir. Haresiz olmak, ona güçsüzlük olarak geri döner.
Öte yandan, kadınlar için aynı “haresizlik” bazen daha karmaşık bir anlam taşır. Bir kadının hareketsizliği, genellikle bir duygusal durumu ya da toplumsal baskıları yansıtabilir. Kadınlar, genellikle empatik yaklaşımlarına dayanarak, çevrelerindeki insanlara kayıtsız kalmazlar. Onlar için hareketsizlik bazen korunma, içsel bir çatışmanın göstergesi veya dışarıya karşı duygusal bir tepkidir. Ancak, yine de toplumsal normlar kadınları da hareketsizliğe itebilir. Kadınlardan sürekli bir şeyler yapması, çözüm üretmesi beklenir. Aksi takdirde, “hareketsiz” olmak, onları da toplumun gözünde başarısızlaştırır.
Toplumsal olarak “haresiz” olmak, sadece kişisel bir tercihten öteye geçer. Bu, sistematik bir problem halini alabilir. Zira sürekli hareketsiz kalmak, genellikle bireyin hayatındaki bir tür “fren” ya da tıkanıklık anlamına gelir. Bu, sadece bireysel düzeyde değil, toplumsal yapıda da büyük sorunlara yol açar.
İçinde yaşadığımız toplumda, bireylerin hareketsiz kalması bir tür sosyal virüs gibi yayılarak, kolektif çabaların zayıflamasına yol açar. Ancak burada en önemli soru şu: Hareketsizliği sadece tembellik olarak mı görmeliyiz? Yoksa bir tür bilinçli bir seçim mi? Bazen “haresizlik”, aslında mevcut sisteme karşı bir duruş olabilir. Hareketsizlik, bu toplumun hızlı temposuna, tüketim çılgınlığına ya da bireyselcilik dayatmalarına karşı bir tepki olarak da görülebilir. O zaman hareketsiz olmak, aslında harekete geçmemenin bir tür bilinçli seçimidir. Burada size şu soruyu soralım: Gerçekten hareketsiz kalmak, her zaman kötü bir şey midir?
Şimdi sizi bir paranteze alıp soralım: Hareketsizlik, sadece tembellik mi, yoksa bir başkaldırı mı? Hareketsiz bir insan, gerçekten hiç bir şey yapmıyor olabilir mi, yoksa aslında sistemin tıkandığı noktada durarak derin bir farkındalık mı kazanıyordur? Bu toplumun hızla ilerleyen dünyasında, bazen bir adım geri durmak, durumu kavrayabilmek için en etkili yöntem olabilir mi? Yoksa bu tür davranışlar sadece toplumun gereksiz baskılarından kaçan bir “kaçış” mı?
Sonuçta hareketsiz olmak, sadece bir bireysel zayıflık mı, yoksa karmaşık bir duygusal, toplumsal ve bireysel yansımanın bir sonucu mudur? Modern dünyada, hepimizin harekete geçmesi beklenirken, birinin durması, bir şeylere daha geniş bir perspektiften bakması ne kadar doğru bir karar olabilir?